Bu grubu sanırım lisede tanıdım,
yani 2002den sonra. Popüler olsun olmasın gençlik kültüründen
uzak yetiştiğim için bu durum benim için normal. Lisede anca
başladım aile dışını keşfetmeye. Özgürlük Emek İster'di
bana en çok dokunan şarkıları. "Aç güzelim saçını
savursun rüzgar" cümlesinin o zamanlar bende bıraktığı
etkiyi çok net hatırlıyorum. Ya da Yaşamaya Mecbursun, ya da
Sözlerimi Geri Alamam... Her gün dinlemememe rağmen, bazı derin
ruh hallerinde dilime dolanıverirdi sözler. Şarkıların etkisi
söz konusu olan "kendin olma çabası"ysa her zaman büyük.
"Ben sadece ben olmak istiyorum" diyen Kazım Koyuncu'nun
bıraktığı acı-tatlı iz gibi. Ya da "Her Şeye Rağmen"
diyen Nev gibi. Sonra o şarkılarla kendime verdiğim sözlerin ne
kadarını tuttum bilmiyorum. Sık sık öfkelenirdim bu şarkılara,
"o kadar kolay değil işte, elimde değil her şey, özgürlük
emek versen de gelmiyor bazen, siz çok biliyonuz" diye bağıra
bağıra isyan ederdim içimden. Bilmiş bilmiş sırıtırlardı
hayalimde, sakin ol, geçecek, der gibi. Sonra geçti hepsi.
Emeklerimin karşılığını az biraz aldım. O yüzden teşekkür ederim,
belki de biraz da bu şarkılar sayesinde pes etmedim taaa en baştan.
Elde ettiklerimde katkınız büyük, sevgili şarkılar ve
yaratıcıları.
Sonra üniversitede daha az popüler
şarkılarını da dinlemeye başladım. Artık her gün empiüç pileyırımda yer alıyorlardı. Güneye Giderken iyi gidiyordu İTÜ
kampüsünde, güneşli başlayan bi günde yurttan çıkmak için
bahane yaratıyordu. İstanbul'a yeni geldiğim, tek başıma çıkıp
gezdiğim, her şeyin yepyeni geldiği, vapurda, kafede gördüğüm
insanların karakterini tahmin edip öykücükler yazdığım
zamanlardı. Yepyeni dertlerin yanında, yepyeni bi tür yalnızlık,
yepyeni ve derin aşk acıları, yepyeni şaklabanlıklar, alkolle
tanışmanın getirdiği yepyeni ruh halleri ve tabi ki derslerin
verdiği şok edici acılar. Lisede gayet çalışkan olup üniversitede ne
kadar aptal olduğumu fark etme durumu. Bi miktar özgürlük
elimdeydi artık. Hak ettiğimi almıştım. Ama yetersizdi. Fiziksel
özgürlük neye yeterdi? Ve içimi özgür bırakma savaşı
başladı, diğerinden daha zordu, bu kez savaşım kendime karşıydı.
Emekçi bendim, patron bendim. Hala süren bu savaş sırasında da
Bulutsuzluk Özlemi hiç yalnız bırakmadı beni.
Bu zat-ı muhteremler birkaç defa
İTÜ'ye konsere geldiler. Biri ücretsiz bir şenlikti, asistan
kıyımına son verin diyen etkinliklerden biriydi sanırım.
Yağmurluydu hava. Islanmamıza ve ses sistemi çok iyi olmamasına
rağmen muhteşemdi.100 kişi bile yoktu dinleyen. En önde veya en
arkada ol, grup üyeleriyle göz teması kurmamak imkansızdı.
Kalplerin bir atmasının, tepkilerin ortak olmasının güzelliği.
Sonra yine geldiler. Bahar şenlikleri
İTÜ stadyumuna alınmıştı, ücretliydi artık. Profesyonel bir
organizasyon şirketi düzenliyordu şenliği. Hiç sevmemiştim bu
durumu. Şenlik dediğin ücretsiz ve amatörce olmalıydı.
Öğrenciler düzenlemeliydi. Aksi takdirde her şey ruhsuzlaşıyordu. Bulutsuzluk
Özlemi'nin öyle bir ortamda ücretli konsere geleceğini duyunca
darıldım kendilerine. Yanlış hatırlamıyorsam yine de gidip
beleştepeden izlemiştim. Kampüse gizlice soktuğumuz biraları da
içebiliyorduk, ayaklarımızı uzatıp izliyorduk. OOOOh canıma
değsindi.
Sonra bi kez de Hayal Kahvesi'nde
konserlerine gittim. Hepsinin ayrı bi güzelliği vardı. Kulaklıkla
dinleyip kendinden geçmenin veya sokakta dinlemenin güzelliği
bence hepsinden başka hala. Acıları ve her şeye rağmen
özgürlüğü, yaşamı anlatıyorlar, tek başına olmayı
gerektiriyor bana göre sözler.
Sıradan hayatımı hiç bilmeyenler
için fazla soyut kalan bu cümleler benim için çok anlamlı. İdare
edin, görmezden gelin, ben de gruba geçeyim artık. Sonraki yazılarda ayrıntılar olacak. Ama grup üyelerini tek tek araştırmak o kadar zaman aldı ve her birinin müzik hayatını anlatmak o kadar uzun sürdü ki, parça parça yayınlamaya karar verdim. İnsan okuyacak bunu!
Yazılara geçmeden önce şu videoyla giriş yapalım:
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder